Demokrasi ve Cumhuriyet
Cumhuriyet ve Demokrasi
Cumhuriyet ve Demokrasi farklı kavramlardır.
Cumhuriyet: Devlet Başkanı seçimle işbaşına gelen ülkelerde Cumhuriyet olarak adlandırılır.
Demokrasi: Halkın kendi kendisini yönetmesidir. Diğer bir anlatımla Demokrasi; yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetler ayrılığının eş güdümlü yönetimidir.
Örnek: İran’da; İran İslam Cumhuriyeti var, demokrasi yok gibi. İngiltere’de Cumhuriyetin adı yok, krallığı var, demokrasiyle yönetilmektedir.
Hem demokrasi hem de cumhuriyetin bir arada yaşanması en doğru yönetim biçimidir.
Bizdeki cumhuriyet ve demokrasi başkanlık adı altında yürütülmekte. Ne demokrasiden demokrasi ne cumhuriyetten cumhuriyettir. Merkezi yönetimle tek merkezden sevk ve idare edilmekte. Seksen milyondan fazla insanın yaşadığı ve bölgesel farklıkları içinde barındıran bir ülkenin bu şekilde yönetilmesi oldukça zor olduğu gibi çeşitli çalkantılara da çanak tutmaktadır.
Gerçek anlamda demokrasi ile yönetilen ülkelere baktığımızda; kişi başına düşen milli gelirin en az 20-25 milyon doların üstünde olduğu ve eğitim-öğretim düzeyinin %98’in üzerinde ve de nüfusun 2/3’ü yüksek öğretimli olduğunu görürüz. Eğitim-öğretiminden tam anlamıyla nasibini almamış ülkelerde demokrasiyi yaşatmak oldukça zordur. Ülkedeki insanların barış ve huzur içinde yaşaması için öncelikle eğitim düzeyini yükseltmek ve çok çalışmak ve üretmek gerektiğini unutmamız gerekir. Üretmenin de temelinde bilim, teknik ve eğitim gereklidir. Üretmeden tüketen bir ülke sömürülmekten öteye gidemez…
Demokrasi ve cumhuriyet adına yazılacak, söylenecekler bunlardan ibaret değildir…
Bilimsel temeli olmayan demokrasi ve cumhuriyetler çok çalkantılara gebe olduğunu unutmayalım.
Yazmanın İlham Kaynakları
Yaşam, Gözlem ve Okumak:
Yazarların yaratıcılığının temelini oluşturan bu üç ayaklı destek, aslında edebiyatın zengin ve çeşitli olmasının en önemli nedenlerinden biridir.
Yazmada, öncelikli olarak yazarların yaşamı gelir. Hemen hemen bütün yazarların ilk eserlerinde kendi yaşamından esintiler bulunmaktadır.
1. Yazarın Kendi Yaşamı ve Anıları:
Kişisel Deneyimler: Yaşanan her an, her duygu, her karşılaşma potansiyel bir hikâye tohumu olabilir. Kendimizle ilgili unutulmaz anılar, yaşadığımız zorluklar, sevinçler, hayal kırıklıkları, hepsi yazının ham maddesini oluşturur. Örnek verecek olursam:
Göçebe isimli çocuk romanım (ilk eseri) çocukluk yaşantımdan kesitler yer almaktadır. Bir nevi otobiyografik yaklaşım, okurla yazar arasında bir bağ kurmasını sağlıyor.
2. Çevresel Gözlemler:
İnsanların davranışları, konuşmaları, ilişkileri, yazarın gözünden birer karaktere dönüşebilir. Sokakta rastladığımız bir yüz, duyduğumuz bir konuşma, bir romanın ana fikrini verebilir.
Doğadaki güzellikler, değişimler, döngüler, yazarın hayal gücünü besler. Manzaralar, mevsimler, hava olayları, hikayelere derinlik katar.
Yaşadığımız toplumun sorunları, değişimleri, kültürel zenginlikleri, yazarın eleştirel bakış açısını ortaya koyar. Toplumsal konulara duyarlılık, yazarın okurla daha güçlü bir bağ kurmasına yardımcı olur. Örnek verecek olursam:
Okul Harçlığımı Kazanırken isimli çocuk romanında; mahallenizin çocuklarının yaşantılarını gözlemleyerek yazdığım bir kitap. Bu kitapta gözlemlediğim olaylar ve karakterlerle tutumlu olma, yardımlaşma, arkadaşlık ilişkileri, doğa ve hayvan sevgisi gibi konularında mesaj vermeye çalıştım.
3. Okuma ve Öğrenme:
Okuduğumuz kitaplar, yazarların dilini, anlatım tarzını, kurgu tekniklerini güçlenmesine katkı sağlar. Klasiklerden çağdaş edebiyata kadar geniş bir yelpazede okumak, yazarın birikimini artırır.
Tarih, felsefe, bilim, sanat gibi farklı alanlardaki bilgiler, yazarın hayal gücünü genişletir. Örneğin, bir tarihçi roman yazmak istediğinde, o dönemin yaşam koşullarını, insanların düşünce yapısını bilmesi gerekir.
Sinema, müzik, resim gibi diğer sanat dalları da yazarlara ilham verir. Bir filmdeki sahne, bir şarkının sözleri, bir tablodaki renkler, yeni bir hikâyenin başlangıcı olabilir. Bir örnek verecek olursam:
Kayıp Gezegen 2. Dünya: Bilim kurgu bir roman; çocukluk yıllarımda geceleri açık havlarda gökyüzüne baktığımda kayıp giden yıldızların, ay hareketi… okuduğum bilim kurgu kitapları, hayal gücüme yaptığı katkılarla zihnin sınırlarını zorlamaya çalıştım.
Sonuç olarak: Yazarlık, yaşamın her alanından beslenen ve sürekli öğrenmeyi gerektiren bir süreçtir. Kendi deneyimlerimiz, çevreyi gözlemleme yeteneği ve okuma alışkanlığı, yazarın en önemli silahlarıdır. Bu üç kaynağı bir araya getiren yazarlar hem kendilerini hem de okurlarını zenginleştiren eserler ortaya koyabilir.
Çocuklarla İletişim Kurma
Ceza- Ödül ve Geri Bildirim
Çocukların Yapıcı ve Yaratıcı Olması
Bir Babanın Çocuğuna Mektubu,
Yahya Türkeli, İlköğretim Müfettişi (Çağdaş Eğitim Dergisi, 1995)
“Sevgili Çocuğum;
Yaşam, bugün içinde bulunduğun koşullardan ibaret değil! Bugüne kadar bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak yoğurduğun kişiliğinle, gelecekteki tüm güçlük ve rahatlıkların bir bileşkesidir. Bunu böyle bilesin.
Hayatta senin başarılı ve mutlu olmanı, zorluklarla karşılaşmamanı hep canı gönülden istemişimdir. Çoğu kez bu duygumu açıktan açığa belki söylemişimdir. Farkındaysan senin başarılı ve mutlu olduğun anlarda bizler de mutlu ve huzurluyuz. Kimi zamanda başarılı evlat yetiştirmişim diye kendimize pay çıkardığımız olmuştur. Aslında senin başarılı olmanda ailenin yanında okulunun ve çevreninde payı büyüktür. Okulun, çevrenin, ailenim sana kazandırdığı davranışlar dışında başka davranışlar da gösterdiğin olmaktadır. Sen de bunun farkındasın. Bu tür davranışlar ise bedensel ve zihinsel yapının ortaya koyduğu gerçek kişiliğindir.
Kişiliğinin ortaya koyduğu davranışının kaynağını tam anlamıyla ne ben ne de bir baş-kasının anlaması olası değildir. Senin yaşamının geçtiği dönemin koşulları farklı olduğun-dan tam anlamıyla birbirimizi anlamamızı engelliyor. Kimi zaman birbirimiz çok iyi anladığımızı düşünürken bir de bakıyorum başka dünyaların insanları olup çıkmışız. O zaman da üzülüyorum. Barışık yaşamamızı ne kadar çok istiyorum, bilemezsin. Barışık olmadığımız anlar çabuk geçiyor ama, ruhunun derinliklerinde iz bırakıyor, sanırım.
Hatırlarsın, çocukluk günlerinde şakalaşıp eğlendiğimiz çok olmuştur. Yeniden böyle bir ortamın olmasını arzuluyorum, bu arzumu sana bir türlü söylemeye cesaret edemi-yorum. Ya beklentilerimi hiç dinlemeyip anlamazsa, o zaman hüsrana uğrarım diye susmayı yeğliyorum. Mutlu ve huzurlu anlar yaşamamızı senin anlamanı ve yaratmanı hep bekliyorum. Bir baba olarak bekleme hakkım yok mudur dersin?
Zaman zaman senin iyi ve kötü davranışlarını görünce, geçmişi yani kendi anne ve babamı hatırlıyorum. Şimdi onlara daha çok hak veriyorum. Kendi kendime şöyle diyorum. “İnsan ana ve baba olmayınca, ananın ve babanın değerini pek iyi anlamıyor.” Ana ve babanın çocuğunu düşündüğü kadar çocuğu ana-babayı düşünmüyorsa buna üzülmemek gerekir. Çocuğumun dünyası ile benimki farklıdır. Düşünememesinde haklı olduğu yanlar vardır. Her ana ve babada bunun farkındadır.
Genç çocukların dünyaları çok hızlı oluşmaktadır. Bu oluşumla dünyalarında çok fırtınalar olmaktadır. O fırtınalarla boğuşmakta, fırtınaları yenmeye çaba göstermektedir. Fırtınalardan başını kaldırıp çevresine bakmaya zaman ayıramıyor. Genç çocuğumu bu yönüyle hoş görmeliyim, diyorum. Fırtınalı anlarında rotanı şaşırabilirsin, diyerek bazı davranışlarına engel olduğumuzda, beklenmedik davranışlar göstererek huzursuzluğa sebep olduğunu sen de biliyorsun. Ben de istiyorum özgür bir ortam içinde kişiliğin gelişsin ve kendi yolunu kendin bulasın. Ama kendi yolunu bulmanda büyük boyutlu sorunların çıkabileceğini düşünerek işine karıştığımız olmaktadır. Hiç karışmasak iyi mi olur dersin?
Acaba, niye işime karışıyorlar, diye düşündün mü? Belki düşünmüşsündür. “Beni de kendisine benzetmeye çalışıyor” diye. Açıkça söyleyeyim; böyle bir beklentim asla yoktur. Senin, beni de aşmanı istiyorum. Asıl kaygım başkadır. Gençlerin akıp giden kaybolan zamanın tam farkında olmayışıdır. Ne demişler, “Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer.” Bu sözün doğruluk payı büyüktür. Bugün önüne çıkan olanaklardan gerektiği gibi yararlanmadığın, zaman geçince yararlanma ortamını kaçırmış olacağından endişelendiğim için işine karışı-yorum. Hayatta birçok şey zamana bağlıdır. Zaman içinde gelişir, olgunlaşır, hayata veda eder. İçimdeki duyguya bakacak olursam hep aynıyım, diye düşünüyorum. Ama akıp giden zaman içindeki görüntüler çok farklıdır. Bir şeyler yapmak istediğinizde ya zaman geride kalmıştır ya da siz zamanın gerisinde kalmışsınızdır. İşte ben hayatın bu yönlerini yaşayarak geldim. Benim dünyam akıp giden zaman içindeki olayların bileşkesinden oluşmuştur. Eskilerin deyimiyle bir tecrübe söz konusudur. Bir gün, arkadaşımın biri, “Tecrübe insanın hayatta yediği kazıkların bileşkesidir,” demişti. Bir an olsun bu söz çok hoşuma gitmiştir. Azıcık düşününce arkadaşıma hak vermiştim. Şimdi sana söylemek istediğim hayatın kazıklarını çok iyi tanıdım. Canımın bir parçası olan çocuğumun dikenli yollara girmeden daha kolay yoluna ulaşmasıdır.
Hayatta yapmak istediğin birçok şeyin, ailem böyle istiyor diye, ben böyle olamam, ben bildiğim gibi yaşamıma yön veririm, diye düşündüğün bazen de işime karışmayın diye çıkıştığın olmuyor değil, oluyor. Ama senin doğru yolu bulmakta fedakârlık göstermede gerektiği kadar gayret göstermediğinde görülüyor. Bu niye böyle oluyor dersin? Ben derim ki, sorumluluktan kaçmaya, saklanmaya çalışıyorsun. Sorumluluk duyup birtakım zorlukları yenmek galiba sana zor geliyor…
Çevremizdeki insanların çoğu senin gibi sorumluluktan mı kaçıyor dersin? Sorumluluk-tan senin gibi kaçanlar var, ama sorumluluğunu bilen insanlar daha çoğunluktadır. Şu bir gerçektir, hayatta başarılı olmak geride bir şeyler bırakmak birtakım sorumlulukları üstlen-meyle olur.
Zaman zaman sana yol gösterirken, sen bunu kendine öğüt verdiğimi sanıyorsun. İnsan nerede olursa olsun kendisine bir yol gösteren, kılavuzluk yapan birilerine gereksinimi vardır. Senin engin dünyana istemeden giremem. Girmeye de niyetim yoktur. Kılavuzluğunu ortaklaşa yapmayı çok isterim, buna senin de razı olman gerekir.
Çocuklar ailenin mutluluk kaynağı ve eseridir. Her kim olursa olsun mutluluğunu yitirmek istemez ve dünyada bir eser bırakıp gitmek ister. Bu kişinin doğal hakkıdır. Şu sefil dünyada geçim kavgası çocukları ve büyükleri çok yüz yüze getiriyor. Çıkar kavgası, adaletin ve eşitliğin iyi gelişmediği ortamlarda daha çok görülüyor. Bu konuda suçlu ne çocuklar, ne büyükler ne de bir başkasıdır. Yer yüzünde var olan her şeydir. Dağı, taşı, toprağı, ovası, kuşu, kurdu, insanı… Hepsini bir anda hizaya getirmeye kimsenin gücü yetmez. Şunu söylemek gerekirse; sen, ben, o el ele, gönül gönüle verdiğimizde, zaman içinde zorlukları az da olsa aşabiliriz. Bunları sağlayacak demokratik ortamı yaratmamız gerekiyor. Ailede, çevre-de, ülkede, her yerde oluşmalı. Başkalarıyla birlikte yaşayabilmeyi bilenler, mutluluğu tatmış olurlar.
Sevgili çocuğum;
Senin, ailenin içinde bulunduğun toplumun mutlu ve güzel günler geçirmesi, birtakım zorlukları yenmeyi, birtakım sorumlulukları üstlenmeni gerekmektedir. İnsanlar bunun için vardır. Zoru başarmak ve bu başarıdan mutluluk çıkarmak, insanın doğasında vardır. Bundan kaçamayız. Bugün çağdaş bir dünyada yaşıyorsak, insanların verdiği uğraşın sonucudur. Son söz olarak şunu söylemek istiyorum. Daima ailene, çevrene ve içinde bulunduğun topluma karşı sorumluluğunu bil. Elinden geldiğince sorumluluğunu yerine getirmeye çalış. Fırtınalı dünyada sorumluluğunu bırakma. Sorumluluğunla el ele tutuşarak yürü. Yolun açık olsun.”
Kişi, toplum içinde yaşamaktadır. Toplum, kişiden önce de vardı, sonra da var olacaktır.
*
Çocuğun sosyal gelişimini yakından izleme ve gözlem ortamını tümüyle yakalama şansımız bulunmamaktadır. Çalışan anne ve babalar çocuklarına yeterince zaman ayıramadıkları, kalabalık ailelerde ise; anne ve babalar bire bir çocuklarıyla yakından ilgilenemedikleri görülmektedir. Çocuklara yeterli zamanın ayrılmaması ister istemez, onları olumsuz olarak etkiler. Bu dönemde anne ve babanın duyarlı olması gerekir.
Not: Oğlumun, ergenlik döneminde yaşadığı bunalımlı günlerde, bir eğitimci olarak alabildiğine rahatsızlık yaşadım. Zaman zaman konuşup öğüt vermem az geliyordu. Dertleşmek, bir arkadaş gibi sorunlarını paylaşmak istesem bile çalışma koşullarım el vermiyordu. Yaşadığım bu zorluğu oğluma mektup yazarak çözmeye çalıştım. Yazdığım mektup, bir süre sonra yayımlandı. Mektubu okuyan birçok arkadaşımdan olumlu tepkiler de aldım. Hat-ta arkadaşlarımdan biri “Dergide yayınlanan mektubu teftiş ettiğim dershane ve okullardaki yöneticilere, gençlerin ve çocukların görüp okuyabileceği bir yere asmalarını söyledim,” dedi. (Z. Durmuş) Bu sözlere benzer ifadeyi bir okul müdüründen de duydum. Bu sözler hoşuma gitmedi değil, içten içe sevindim. Bu mektubu tekrar paylaşmak istiyorum. Sanırım, iletişim güçlüğü yaşayan çoğu anne ve babanın ortak duygusunu yansıtıyor.
Bir yanıt yazın